YESEMEK

Yesemek’te;
Gün, bir başka başlar
Güneş bir başka doğardı.
Sabahın ilk ışıklarıyla ötüşürdü horozlar,
Uyandırırdı koyunları, kuzuları.
Açılırdı ahırların kapıları.
Kuzu melemeleri karışırdı çan seslerine
Bir koşu başlardı bağlara, bahçelere.

Azığını sırtına,
Çapasını omuzuna,
Öküzlerini önüne alan
Düşerdi tarlasının yoluna.

Koyunların ardına düştüğünde
ağlamaklıydı küçük Hasan.
Bıkmıştı otlak otlak dolaşmaktan.
Çelimsiz bedeniyle,
Yetişmeye çalıştı kınalı kuzusuna.
Rüzgarlı tepeye doğru sürdü sürüyü.
Zirveye çıktığında,
Dayadı sırtını en yüksek kayaya.
Çıkardı kavalını,
Yanık türküleriyle
Otlatmaya başladı koyunlarını.

Güneş yükselirken tepesinde
Derin bir uykuya daldı
Kayanın gölgesinde

Düş’ünde;
Çekiç sesleri duyuyordu binlerce.
Anlamadığı sesler
Dönüştü çığlık seslerine birden.
Korkunç bir patlama,
Ardından
Bir ışık demeti yükseldi tepeden
Sonra tek çizgi oldu ışık
Delmeye başladı ardındaki kayayı
Tutulmuştu dili küçük Hasan’ın
Seslenemiyordu anacığına,
Beceremiyordu kaçmayı.
Sırılsıklamdı terden
Çırpınarak uyandığında.
Kazımaya çalıştı çakısıyla
Kayadaki likenleri.
Düştükçe yosunlar
Koca bir göz oldu
Elinin altındaki kıvrımlar.
Ürkmüştü,
Koşmaya başladı köye doğru
“Göz, göz” diye bağırarak yokuştan.
Köylüler toplandılar, kayanın çevresine
Koca göz,
Yalvarırcasına bakıyordu her birine.
Temizledikçe etrafını
Gördüler, doğrulmaya çalışan
aslan başını.

Yeni bir oyuncak bulmuştu
Çoban Hasan.
Yeni yüzler görüyordu
Çevredeki kayaları kazıdıkça.
Artık yeni bir sürüsü vardı taştan;
Aslan sürüsü.

Ah! Bir de canlansalardı!
“Mevlam bu taşa can ver”
Türküsünü söylemeye başladı
Her gün – her gece kavalıyla.
Öğrendi ki;
Onun aslan tarlası,
M.Ö. 1750-1200’lerde yaşamış,
Hititli dedelerinden mirastı ona kalan.
Dünyanın dört bir yanına gönderilen
Heykellerin kaynağıydı
Tepedeki taş ocağı.

O günden sonra
Her gün ayrı bir rüya gördü,
ayrı bir hayal kurdu
Çoban Hasan.
İlk gördüğü dişi aslan yüzünü
II. Ramses’in eşi Nefertiti ile mektuplaşan
Hitit kraliçesi Puduhepa’ya benzetti.
Kendisi bazen Hitit krallarından Hattuşili
bazen Muvatalli oldu.

Mısır kapılarına dayandı ordularıyla.
Kadeş meydan muharebesini,
İlk yazılı anlaşmayı (M.Ö. 1280) düşündü uzun uzun.
Bazen Kral Şuppilluma oldu,
İlk Fırat’ı geçen.
Kazıdığı savaş arabalarındaki
Savaşçılardan biri oldu bazen.
Huzur ve korku tohumları ekti çevresine.
Taşçı ustası olup
Sevgilisini ağırladı yamaçlarda.
Koşuşturan çocukları oldu
Çekiç sesleri arasında.
Derken bir gün;
Aşık olduğu dişi aslanını
Yerinde göremedi küçük Hasan.
Ağladı günlerce için için.
Tonlarca ağırlığındaki sevdalıları
Neredeydi?
Cayır cayır yanarken yüreciği
Anlam veremiyordu bir türlü
Nasıl? Niçin?

O gün bu gündür,
Hala heykel tarlasında çoban Hasan
“Mevlam bu taşa can ver” diye
Hala yalvarmakta kavalıyla
Sevgilileri için.